Kadın Olmak
Tacize uğramayan bir kadın var mıdır acaba Türkiye’de? En hafifinden, delici bakışlar sabitlenir üzerinize. Ve bir kadın, bu bakışlara alışarak büyür. “Sakın göz teması kurma, başını önüne eğ, hızlı hızlı yürü geç”tir, çoğu kez bundan kurtulmanın yolu. İtiraz edip diklenmeye kalkarsan, edepsizlikten tut, “hafif” kadın olmaya, şirretlikten tut, “aranıyor” olduğuna dair vıcık vıcık önyargılar yapışıverir üzerine.
Bir annenin, küçücük kızına sürekli söylediği “kimsenin sana dokunmaya hakkı yoktur kızım, bunu bil” cümlesinin, aslında nasıl ağır bir anlamı olduğunu ancak yetişkin ya da anne olduktan sonra anlayabilmektir, kadın olmak. Bir yandan çocuğunu korkutmamaya çalışırken, diğer yandan da yakın çevresine karşı bile alarmda olması gerektiğini dengeli bir biçimde çocuğuna anlatmaya çabalamanın yükünü taşımaktır.
Bir babanın, “aman kızım, tatsız bir şeyler yaşadığında hemen bana ya da annene söyle, üzülürler diye düşünme sakın” cümlesindeki “tatsız şeylerin” ne kadar çok fazla tanım barındırdığını ve aldığın her yaşta bu tanımlara yenilerinin eklendiğini fark etmektir, kadın olmak. Hava karardıktan hemen sonra evden üç adım ilerideki bakkala giderken, yakası kaldırılmış montlar ve berelerle kadınlığını gizlemek, eve geliş saatinde birazcık gecikmişsen pencerede en az bir çift gözün yolunu beklediğini bilmektir.
Okul çıkışı arkadaşlarınla bir pastanede otururken, o grupta erkeklerin de olması nedeniyle, seni gören bir komşunun gözünde kötü kız olman ve babana şikâyet edilmektir, kadın olmak. Benim gibi şanslı olanlar, babalarının o komşuya verdiği “ben kızıma güvenirim. Arkadaşlarını cinsiyetlerine göre değil, insan olup olmamalarına göre seçecek şekilde yetiştirdim onu ben. Eminim o gruptaki bütün çocuklar insan gibi insandır“ cevabıyla gurur duyarlardı elbette, benim de gururlandığım gibi. Peki ya benim kadar şanslı olmayanlar?
Bunlara alışarak büyürsün de, yine onurun çok kırılır, yine dönüp kendini sorgularsın “ben nasıl bir mesaj verdim de, buna cesaret etti” diye, evli patronun yalnız yaşadığını bir şekilde öğrenip, “şöyle baş başa bir yemek yiyip, bir iki kadeh şarapla iş stresini üzerinizden atmanızı” teklif ettiğinde. O “olta atıyorsa” sen de olta atarsın, “tabii ki, mutluluk duyarım, eşiniz ve çocuklarınızla tanışmaktan” diyerek savarsın tehlikeyi, nezaketini bozmadan.
Kadın olmak, yeni stratejiler geliştirmek anlamına gelir, bu noktada. Kendini o genç yaşlarında sorgularsın da, başka kadınları sorgulamazsın. Hele de yaş aldıkça, hissettiğin üzüntü öfkeye dönüşür. Hava yeni kararmışken durakta dolmuş bekleyen üç üniversite öğrencisi genç kızın yanına arabayla yanaşıp taciz eden ve bu canlar, öğrenilmiş suskunlukla sadece arkalarını dönüp “ilgilenmiyoruz seninle, çek git artık” mesajı verdiği halde bu tacize devam eden kişiliksizi azarlayarak oradan gönderirsin mesela.
Ailelerimiz değilse bile, toplum bize hep “susmamızı” söylemedi mi? Sözlü ya da fiziksel tacize uğradığımızda, bunun bizim ayıbımız olduğunu düşünmedik mi yıllarca? İçimize attık, sakladık, “yok” sayarak yok olacağını sandık, çünkü sadece edepsiz kadınlar tacize uğrar öğretisiyle yoğrulduk, minicik yaşlarımızdan bu yana.
Önce, bunun bizim suçumuz olmadığını bellemek ve belletmek gerek. Susmamayı öğrenmek gerek, çünkü sustukça sıramızı savmadığımızı artık biliyor olmamız gerek. Bir kadın dayanışması oluşturmak ve sonrasında da örgütlenmek gerek, bizleri yürüyen cinsel obje olarak görmeyen erkek canlarla birlikte. Son birkaç gündür kadın, erkek çoğu insanın utandığını okuyorum, paylaşılan satırlarda. Bu bizim utancımız olmadığı gibi, yüreği insan gibi atan erkek canların da utancı değil ama hep suskun kaldığımız için hepimizin ayıbı bu.
16 Şubat 2015
Category: Deneme, Köşe Yazıları, Yazın