AYAKLAR  MUTLAKA  BAŞ  OLACAK

| March 23, 2015

“Tarih tekerrür ediyor” sözü sık sık tekrarlanır oldu. Dün ile bugünü düz mantık ile kıyaslayanlar, tarihin tekrarlandığını, hiçbir şeyin ileriye doğru değişip dönüşmediğini söylerler.

Bu konuya ilişkin düşüncemi, Ülkemizde yakın geçmişte ve bugün yaşananlara bazı örnekler ışığında göz atarak belirtmek istiyorum.

Bilindiği gibi, Ülkemizde 1789 Fransız Devrimi gibi, burjuva demokratik devrimi yaşanmadığından, temel hak ve özgürlüklerden yararlanılamadı. 2000’li yıllardan beri yaşananlar buna tuz, biber ekti. Türkiye Devleti’ni anonim ortaklık olarak görüp, şirketin tepesinde oturarak tek elden yönetme anlayışına sahip diktatörlük sistemi, “yasama-yürütme-yargı” ayrımını ortadan kaldırdı. Emniyet ve orduyu da emrine amade hale getirdi. Gecekondu yapar gibi, gece yarılarında Meclis’ten kaçak-göçek çıkartılan torba yasalar, iç güvenlik paketi ve diğer değişiklikler, faşizmin acil ihtiyaçlarını karşılamaya dönük uygulamalardır.

Yasama-yürütme-yargı sistemi ayrımını ortadan kaldıran iktidar, pastadan daha fazla pay isteyen Cemaat ile kapışan AKP, 7 Haziran genel seçimlerinde istediği başarıyı sağlarsa “tek parti dönemi” gibi, partiyi devletleştirecek. 17-25 Aralık’ta ortaya serilen ve her geçen gün biraz daha dallanıp budaklanan rüşvet, yolsuzluk, adam kayırmacılık uygulamalarının yol açacağı sonuçlardan kurtulabilmesinin tek yolu, iktidarını sürdürmektir. 2023 ve 2071 yıllarını dile getirmesinin arka planında, iktidarını kalıcılaştırma hedefi vardır. Machiavelli anlayışına sadakat gösterdiklerinden, “amaç için her yol mübahtır” sapkın anlayışı doğrultusunda hareket etmekteler.

Meclis’teki İç Güvenlik Paketi görüşmeleri sırasında, AKP’lilerin tüm muhalif kesimlere karşı saldırganlığı geçmişi bilenleri şaşırtmadı. AP(Adalet Partisi)’li milletvekillerinin TİP (Türkiye İşçi Partisi) üyelerini öldüresiye dövdüğü, 20 Şubat 1968 tarihli saldırganlık ile AKP’nin dizginsiz saldırganlığı, aynı kafa yapısının ürünüdür.

28 Aralık 2011 tarihli Uludere (Roboski) katliamında 34 Kürdün katledilmesi de geçmişi bilenleri şoke etmedi. Roboski Katliamı, Org. Mustafa Muğlalı’nın 1943 yılında 33 Kürdü(*) katletmesi geleneğinin devamıdır.

Geçmişe yakından bakıldığında, 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da Rumlara ve diğer azınlıklara saldırılar, 16 Şubat 1969’da Kanlı Pazar, Maraş-Çorum-Sivas katliamları, 1 Mayıs 77 Katliamı, 16 Mart Katliamı, Bahçelievler, Tepecik… katliamları hafızalarımızdaki tazeliğini korumaktadır. Faşist saldırılarda baş çekenlerden biri olan Süleyman Demirel, üstlendiği misyonun tüm gerekliliklerini yerine getirmenin huzuru içerisinde, “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz,” demişti.

12 Eylül öncesi beş bin, 1980’li yıllardan bu yana ise yaklaşık elli bin insanımız katledildi. Toprağa gömülmemiz de yetmemiş olacak ki, işkenceler, gözaltında kayıplar, “faili belli” siyasal cinayetler yaşamımızın bir parçası haline getirildi. Kontrgerillanın yürüttüğü psikolojik savaşın tüm yöntemlerini kullanmayı meşru görenler, dört bin Kürt köyünü boşalttı, milyonlarca Kürdü sürgüne gönderdi. Kürtlerin, Alevilerin, tüm azınlıkların kimliklerini yok etmeyi hedefleyen devlet, bunun bir adımı olarak, 2 Temmuz 1993’de Madımak Oteli’nde 35 sanatçıyı yakarak katletti.

Faşist sistem, “toplumun terörize edilmesini” şart koşar. Bundan dolayı, Madımaklara yeni örnekler katmak zorundaydı. Katliamlar hanesine, 12 Mart 1995’de Gazi Mahallesi ve Ümraniye’de katledilen 22 kişi eklendi. Bu katliamları “tak şak paşalar” ile birlikte organize eden Tansu Çiller, üstadı Demirel’den aldığı mirasa bağlı kalarak, “Devlet için kurşun atan da yiyen de kahramandır,” dedi. Susurluk’ta ortaya çıkıp, tüm boyutları ile sergilenen vahşetlerin yargılanmasının önünü kesti, üzerini örterek kapatmaya çalıştı.

Halkın deyimi ile, her gelen gideni aratır. R.Tayyip Erdoğan’ın Demirel’den, Çiller’den eksik bir yanı olamazdı. O da, örnek aldıklarından devraldığı kirli iç savaşı sürdürdü. Gezi/Haziran direnişi döneminde, konuşma yaptığı kürsüde, büyük bir vakurla, “Polise emri ben verdim, polis kahramandır,” diyerek güç gösterisinde bulundu. AKP mitinginde, Berkin Elvan’ın annesini yuhalatarak, insanlık erdemlerinden bir nebze bile nasibini almadığını ispatladı.

Görüldüğü üzere, geçmiş ile bugünü kıyasladığımızda, şaşırtıcı hiçbir yan yok, birbiri ile üst üste çakışıyor. Öyleyse, “tarih tekerrür ediyor” mu diyelim?

Toplumsal mücadeleler tarihine idealist açıdan bakanlar, “tarih tekerrür ediyor” demekten zevk alırlar. Tarihe materyalist açıdan bakanlar, tarihin asla tekrarlanamayacağı gerçeğinin altını çizerler.

Geçmiş ile bugün arasındaki benzerliklere parmak basma amacımız, buradan hareketle tarih tekerrür ediyor anlayışına bağlı olanların yanlışlığını sergilemektir. Dönemler birbiri ile üst üste çakışıyor gözükse bile, materyalist tarih anlayışı şunu söyler: Tarihin çarkları asla geriye çevrilemez.

Madem bilimsel gerçekler bunu söylüyor ise, ülkemizde yaşananlar niçin bu gerçeğe uymuyor?

Tarihin çarkları geriye çevrilemiyor olsa da, siyasal gelişmelere en uygun zamanda ve bu duruma denk düşen örgütlenmeler ile gerekli düzeyde müdahaleler yapılamazsa, sanki çarklar geriye doğru çevrilebilir yanılsaması yaratmaktadır.

Toplumsal mücadeleler tarihi inişler, çıkışlarla dolu bir süreçtir. Öte yandan, zaferi kazanmanın matematiksel formülü, hesaplaması da yoktur. Toplumsal mücadelelerin doğasında tökezlemek, düşmek, yenilgiler almak gibi, pek çok olumsuzluklar vardır. Karşımıza çıkan bütün engelleri büyük bir cesaret ve kararlılıkla göğüsleyerek zafere ulaşabiliriz. Saldırganlık dalgası ile yılgınlık yaratmaya çalışan egemen güçler, emperyalizmin desteğini arkalarına almanın cüreti ile üstümüze gelirler.  Karşı-devrimci saldırıların seviyesi ne olursa olsun, ayakta kalmayı bilmeliyiz.

Fizikteki “etki/tepki yasası”, tarihsel olaylarda da geçerlidir. Toplumu sindirmeye yönelik her etki, önünde sonunda mutlaka tepkiler yaratır. 60’lı yılların sonrasında faşizmin darbeleri karşısında, ilk etapta ağır kayıplar veren Sol muhalefet, kendini savunmak üzere gardını almayı öğrenip, anti-emperyalist, anti-faşist mücadeleye hız verdi. 12 Eylül faşist cuntası sonrasındaki süreçte de, eksikleri, gedikleri ne olursa olsun, Sol güçler teslimiyeti reddetti.

İdeolojiler öldü, “Sol’un cenaze namazını kıldık” teraneleri ile saldırganlıklarına yeni halkalar ekleyen egemen sınıflar, Ülkemizin tamamında milyonların Gezi Direnişi’ne katılması karşısında, büyük korkular yaşadı. Egemen sınıflar büyük korkular içinde kabuslar görürken, Haziran/Gezi Direnişi, geleceğe güvenle bakılması gerektiği gerçeğinin altını kalın puntolarla çizdi. Milyonların katılım gösterdiği toplumsal tepki, geleceğe ilişkin umutlarımızı büyüttü.

Latin Amerika’da sol potansiyelin kazanımlarına, son dönemde Yunanistan, İspanya, Portekiz’deki sol muhalefetlin sıçramalar yaparak eklenmesi de, Sol ve Kürt Yurtsever muhalefetin direnişlerine uluslar arası düzeyde katkı sunmaktadır.

Şundan eminiz; Haziran’da sokaklara çıkan milyonlar, önümüzdeki dönemlerde yeniden, yeniden sokaklara çıkacaktır. Muhalif güçler, sokakların siyasal mücadelenin sürdürüldüğü temel alanlar olduğunu bir kez daha gördü.

Şu nokta önemli: Zaferi kazanabilmenin temel yolu, “sokakları zapt etmek”tir. Sokaklar zapt edildiğinde, “Ayaklar baş olacaktır”.

 

 

(*) Ahmet Arif’in “33 Kurşun” şiiri bu katliamı anlatır.

OTUZÜÇ KURŞUN   / Ahmed ARİF

1.
Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van’da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı…

Yiğitlik inkar gelinmez
Tek’e – tek döğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzuç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda…
2.
Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alaçakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.

Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere…
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri…

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri…
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi…
3.
Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun…

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…
4.
Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden…

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına…

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…
5.
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda

Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…

Category: Haber, Köşe Yazıları, Toplum

Comments are closed.