SOYKIRIMLAR VE KATLİAMLARLA “YÜZLEŞMEK” / Mehmet Kılıç
Ermeni soykırımının üzerinden bir asır geçti. Soykırımın 100.yıldönümü yaklaştığında, Türkiye devletinin kaygıları tavan yaptı. Soykırımın her yıldönümünde, T.C. Devleti “bu krizi nasıl atlatabilirim” kaygıları içerisinde, bazı ülkelere ihaleler vererek, soykırım yapıldı denmemesi için diplomatik ataklar yapmaktadır.
Osmanlı’dan beri bu topraklar üzerinde yaşayan ulusların/azınlıkların içerisinde, yeterince inceleyip araştırarak ele almadığımız, devrimci/sosyalist örgütlenmelerden, sınıfsal/ulusal mücadelelerden söz etmeliyim. Ülkemiz Solunun bu örgütlenmeler ve mücadelelere yaklaşımında yetersizlikler için bazı maddeleri sıralayabilirim. Burada en önemli maddelerden birkaçına değinmeliyim.
Birincisi, sol yapılanmalar, mücadele tarihlerini, kendi önderliklerinin ortaya çıkışı ile başlatmaktadır. Bunun öncesine ait gelişmelere gözlerini kapatma yöntemini tercih etmektedir.
İkincisi, kendi örgütlenmelerinin dışındaki sol yapıları yokumsamakta, devrimci mücadele tarihi, objektif yaklaşımlardan uzaklaşılmaktadır.
Üçüncüsü, kabul etmek istesek de istemesek de, eğitim/öğrenim sürecinde ve yaşamın içinde bizlere dayatılan “resmi devlet tezleri”nin etkisinden kurtulma çabası yetersiz kalmaktadır. Sistemin “mutlak gerçeklik” gibi dayattığı bilimsellikten uzak dayatmaları reddederek, onlarla doğrudan çatışma noktasında, yeterli büyüklükte çaba harcanmamaktadır.
Dördüncüsü, ülkemiz Solu teorik yetkinlik, üretkenlik noktasında olması gereken düzeye ulaşamamıştır. Materyalist tarih anlayışının öğrenilmesi, yaygınlaştırılması ve doğruları yakalama noktasından uzaklaşıldığında, sosyal-şovenizm bataklığının içine düşülmektedir.
Bu noktalara değindikten sonra, bir noktayı eklemeliyim. 12 Eylül Faşist Cuntası mahkemelerinde yargılanan devrimci/sosyalist örgütlenmelerden biri, Savunması’nda “Ermeni soykırımı” hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirmiştir.
“1915’deki ‘tehcir’ kanunu ile Ermeniler yurtlarından sürülür ve 1-1,5 milyon Ermeni katledilir. Tarihe büyük Ermeni soykırımı olarak geçen bu olay, bugün Türk şovenizmince reddedilse de bir gerçektir.(…) Osmanlı dönemi boyunca Ermeni ulusal hareketi haklı bir temeldeydi. Fakat, açıkladığımız nedenlerden ötürü başarıya ulaşamadı (…)Ne adına olursa olsun, kendi devletini kurma istemlerine karşı tavır almak, Osmanlı paşalarının kanlı politikalarına ortak olmaktı. Sosyal-şovenist bir yaklaşımdan kaynaklanan bu tür değerlendirmelere sahip olmak, bugünkü şovenizmi de desteklemeye götürür ki, proletarya davasına ihanet etmek demektir bu tavrın anlamı.” (“Haklıyız Kazanacağız” kitabından alıntıdır.)
Faşizmin en azgın saldırı koşullarında bile, tıpkı Ermeni devrimcileri gibi, darağaçlarında sloganlarını atmayı göze alarak, tarihsel gerçeklerin dile getirilmesi önemlidir.
Ermeni sorunu tartışmaları, soykırımın 100. yıldönümü yaklaşır iken, biraz daha önem kazandı. Ermeni sorunu tartışılmaya başlandığında, resmi devlet tezlerinin savunucuları, Ermenilerin emperyalist ülkelerin güdümünde devlet kurmaya çalıştıkları iddiasının arkasına sığınmaktalar. Nitekim aynı konu, yirmi Ermeni devrimcinin yargılandığı Divan-ı Örf-i İdare Mahkemesinde de dile getirilmiştir. Mahkeme Başkan Yardımcısı Hurşit, “Türkiye’yi parçalayıp, yok etmek niyetiyle bağımsız bir Ermenistan kurma amacına hizmet ettiğiniz doğru mudur?” sorusunu sorar. “Ermeni Devrimci Paramaz” (Matdeos Sarkisyan) (*) bu soruya şu karşılığı verir:
“Siz ülkemizi bundan altı yüz yıl önce bizden koparmaya çalışıp, işgal ettiniz. Halkımızı sürekli olarak katliamlar yoluyla imha etmeye çalıştınız ve şimdi de tüm Osmanlı vatanını bir Türkiye’ye dönüştürme çabası içerisindesiniz. Ancak siz bunu yaparken suçlu görülmüyorsunuz da, aynı şeyi yapmaya kalkışıp, tarihsel hakkımızı yeniden elde etme amacı için çabaladığımız için biz mi suç işlemiş sayılıyoruz yani! (…) Beyler. İnsanları onların yaptıkları işle, gelenekleriyle, fikirlerinin bütünlüğü içinde yargılayın. Ben bu ülkeden ayrılmak isteyen biri değilim. Tam tersine, bana ilham veren fikirlerle yüzleşmeyi reddederek kendisini benden ayıran bu ülkedir.” (Hmayak Aramyan, “Bağımsız Ermenistan”, Sancakyan Matbaası, İstanbul 1919, SDHP Arşivi, Beyrut, s.19.)
“Tek bir Ermeni kalmamak üzere” telgrafları özel ulaklar ile valiliklere gönderilerek, “tehcir” ile soykırım başlatıldı. Dâhiliye Nazırı Cemal, “en az 800.000 Ermeni’nin tehcir sırasında öldüğünü”, 13 Mart 1919 tarihli Fransız gazetesi Le Moniteur Oriental’a açıkladı. Ege bölgesinde Rum tehcirine katılmasının ödülü olarak 1950-1960 arası Cumhurbaşkanlığına seçilen Celal Bayar, Cemal Paşa’nın bu açıklamasını “en çirkin ve lüzumsuz ifşaat” olarak değerlendirmiştir. Çünkü soykırım ve tehcirlerde “hepsi oradaydı”, “hepsi suç ortağıydı”.
“Ermeniler dış düşmanla birleşerek Türk ve Müslümanları kestiler” demagojileri katliamlara, soykırımlara meşru zemin yaratma çabalarıdır. Soykırım kabul edilirse ne yapacaklarının kaygısı içerisindeki Türkiye devleti, “en iyi savunma, saldırıdır” taktiğine başvurmaktadır.
Saldırı, baskı ve yasaklarla ulusal sorunları ortadan kaldırma taktiğinin izleyicilerinin, bugün gelinen noktada bile, yerel bölge isimlerinin Kürtçeleştirilmesine izin vermemelerine şaşırmamak gerekiyor. Çünkü onların ilham aldığı İttihat Terakki, 1915 yılında, Ermeni, Rum, Süryani, Asuri… dillerdeki bütün yerleşim isimlerinin Türkçeleştirilmesi kararını almıştır.
“Paramaz”, herkesi “Türkleştirmeye” çalışan devlet aklının yanlışlığını, Örf-i İdare Mahkemesinde, şöyle dile getirmiştir.
“Bu ülkenin refahı için yapmadığımız ne kaldı? Ermenilerin ve Türklerin kardeşliğini sağlamak için ne fedakârlıkları kabul ettik. Ne kadar enerji tükettik ve ne kadar çok kanımızı akıttık. Bu kadar çok acıya katlanmamızın nedeni güven yoluyla birbirimizi yükseltmek idi. Ve bizim karşılaştığımız nedir? Yalnızca bizim olağanüstü çabalarımızı yok saymakla kalmadınız, aynı zamanda bilinçli olarak bizi imha etmeye çalıştınız. Şunu unuttunuz ki, Ermenilerin imha edilmesi bütün Türkiye’nin yıkımı demektir.” (a.g.e.)
Osmanlı’nın oyunu bitmek bilmez. Nitekim Balkan savaşı sırasında hapishanelerdeki ağır suçluları dışarı çıkarıp Rum soykırımında kullanmıştır. Sadece Ege’de 200.000 Rum’u Yunanistan’a sürenler, aynı taktiği Ermeni soykırımında da uyguladılar. Hapishanelerdeki katilleri Teşkilat-ı Mahsusa’nın birliklerinde değerlendirdiler.
Talat Paşa, Dr. Nazım, Dr.Bahattin Şakir, İsmail Canbolat ve Miralay Seyfi’nin katıldığı bir konferansta “On Emir” adı altında kararlar aldılar. “On Emir”, Ermeni soykırımının nasıl uygulanacağını formüle etmektedir.
“1) …bütün Ermeni cemaatlerini kapatın ve aralarında devlet aleyhine çalışan herkesi tevkif edin ve onları Bağdat yahut Musul gibi vilayetlere sevk edin ve yolda yahut orada ortadan kaldırın… 3) …münasip ve hususi vasıtalarla Müslümanların imanını tahrik edin, Rusların Bakü’de tertip ettiği gibi katliamlar tatbik edin…5) Elli yaşın altındaki bütün erkekleri, papaz ve muallimleri imha edin, kızları ve çocukları Müslümanlaştırın… 8) Ordudaki bütün Ermenileri münasip bir tarzda imha edin. Bu işi asker deruhte edecektir(üstlenecektir)…”(“Ermeni Devrimci Paramaz”, Dipnot Yayınları, 2015, s.233)
Ermeni soykırımı ve diğer soykırım ve katliamlarda arşivleri açacağını iddia edenlerin bu arşivleri açmayacakları bilinmektedir. Açma durumları olsa, arşivlerdeki bu ve benzeri evrakları mutlaka yok edeceklerdir.
Rumları, Ermenileri, Kürtleri, Süryanileri, Ezidileri… hatta Aleviliği, Hıristiyanlığı ortadan kaldırarak sorunsuz, sıkıntısız devlet yaratmaya çalışanlar, Hınçak-Ermeni Sosyal Demokrat Partisi’nden(**) yirmi sosyalisti (***), 5 Haziran 1915 günü İstanbul Beyazıt Meydanı’nda idam ederken, Dr.Benne (Bedros Torosyan) “Biz, yirmileri asıyorsunuz arkamızdan yirmi binler gelecek,” Yervant Topuzyan ise, “Ölüm her yerde aynıdır ama ne mutlu halkının kurtuluşu için şehit düşene,” diye haykırdılar.
Lenin, doğduğu yer Simbirsk’in Kızıl Ordu tarafından ele geçirilmesinden sonra yapılan törende Paramaz ve on dokuz yoldaşını şu sözlerle andı.
“Daha dün 15 Haziran 1915’te kardeşim, yoldaşım Paramaz, on dokuz sosyalist aydın yoldaşı ile birlikte Osmanlı’nın başkenti İstanbul’un Sultan Beyazıt meydanında darağacına çıkarıldı. Heyhat! Sevgili Paramaz şimdi aramızda değil ama onun fikir yoldaşı, Kızıl Ordunun bugünkü kumandanı Hayg Bıjışkyants ve Samara kentinin belediye reisi yoldaş Kay bizimle.”
AKP diktatoryası; son birkaç yıllık süreçte, ülkemiz halklarını kandırma/aldatma kampanyalarında, 38 Dersim’den söz etti, eski Cumhurbaşkanı A.Gül Ermenistan’da futbol maçı izlemeye gitti, Alevi açılımı, Roman açılımı, 12 Eylülcülerin yargılanması gibi konularda gündemi kendi istemi doğrultusunda değiştirerek, seçimlerde ve referandumda oy çoğunluğunu elde etti. Gündeme devrimci tarzda müdahale edebilecek sol politikalar yürütülemediğinden, “Yetmez Ama Evet”çiler, solcu geçinen liboşlar, yandaş medyalar, kalemşorlar yaratıldı. Devletin kasalarından pay verilerek yaratılan yandaşlar ve yalakalar eşliğinde, “başkanlık sistemi” dayatması ile karşı karşıyayız.
Yeni anayasadan söz edenler, Türkiye’nin demokratikleştirilmesine dönük bir anayasadan değil, “tek adam diktatoryasını” yerli yerine oturtacak, yeni faşist anayasadan söz etmektedirler. Oysa ülkemizin temel sorunu demokratikleşmedir. Demokratikleşme yolunda atılması gereken en önemli adımlardan bir tanesi, tarihsel gerçeklerle “yüzleşmek”tir. Soykırımlar ve katliamlar ile yüzleşilmeden demokratikleşme adımlarının atılması olanaksızdır.
Türkiye’de demokratikleşme sürecinde mutlaka çözümlenmesi gereken, “olmazsa olmaz” konular geçmişten bu yana süregelen Kürt Sorunu ile Ermeni soykırımı(****) yanı sıra, Rum, Süryani, Pontus, Keldani, Kıpti, Ezidi soykırımları, Alevi sürgünleri ve ibadet yasakları, ülkemizde yaşayan Romanların durumudur. Sol örgütlenmeler, ülkemizin kanayan yaraları olan bu sorunların tedavi edilerek nasıl çözümleneceğini ortaya koymak durumundadırlar. Çünkü bu sıkıntıları ortadan kaldırmak, devrimin ana sorunları içerisinde yer almaktadır.
Soykırımdan farksız 38 Dersim Katliamı ile birlikte yüz binlerce Kürdün katliamlarından başlayarak tüm katliamlar, soykırımlar masaya yatırılmak zorundadır. “Osmanlı arşivlerini açarak, bu konuları tarihçilere bırakalım,” lafazanlıklarının arkasına sığınmaya çalışan Türkiye Devleti “yüzleşmeler”den kaçamaz.
Halkımızın deyimi ile söyleyecek olursak, “yetmiş iki milletten oluşan ülkemiz”de yaşayan tüm uluslar ve azınlıklar ile ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı saklı kalmak koşulu ile eşitlik, kardeşlik, özgürlük ve demokrasi ortamını birlikte soluyacaktır.
“Sarı Gelin” türküsünü Ermenice, Kürtçe, Türkçe… Anadolu’da var olan “yetmiş iki dilde”, hep birlikte söylemek devrimci hedefimizdir.
(*) “Ermeni Devrimci Paramaz / Abdülhamit’ten İttihat Terakki’ye Ermeni Sosyalistleri ve Soykırım” Dipnot Yayınları, 2015, Kadir Akın.
(**) Geçmişte sosyalist yapılar “sosyal demokrat” ismini kullandıklarından, Hınçaklar da partilerini bu şekilde isimlendirmişlerdir.
(***) Matdeos Sarkisyan (Paramaz), Vahan Boyacıyan, Krikor Garabetyan, Bedros Torosyan(Dr.Benne), Sımbat Kılıçyan, Armenak Hampartsumyan, Hagop Basmacıyan, Minas Keşişyan, Mıgırdiç Yeretsyan, Hrant Yegavyan, Yeremya Manandyan, Karekin Boğosyan, Keğam Vanikyan, Karnig Boyacıyan, Hovhannes Yeğiazaryan, Boğos Boğosyan, Hagop Ğazaryan, Tovmas Tovmasyan, Abraham Muradyan,Yervant Topuzyan.
(****) Arşivlerin de ispatladığı gibi, Almanya, Ermeni Soykırımında Osmanlı ve Türkiye’ye onay ve akıl verip doğrudan desteklemiştir.
Category: Deneme, Köşe Yazıları, Toplum