TÜRKİYE EDEBİYATINDA HAZİRAN// YA DA HAZİRANDA AHMED ARİF OLMAK / Nihal BIKIM
Garip bir rastlantı olarak Haziran, güçlü kalemlerin yitip gittiği ay olarak hafızalara yerleşti.
“sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!”
1-Hasan Hüseyin’in bu şiirini ithaf ettiği Orhan Kemal 2 Haziran 1970’te öldü.
2-Ahmet Haşim – 4 Haziran 1933
3-Cahit Zarifoğlu – 7 Haziran 1987
4-Cemil Meriç – 13 Haziran 1987
5-Peyami Safa – 15 Haziran 1961
6-Hasan İzzettin Dinamo – 20 Haziran 1989
7- Nazım Hikmet – 3 Haziran 1963
8-Ahmed Arif – 2 Haziran 1991
9-Ahmet Muhip Dıranas – 27 Haziran 1980
Yukarıda saydığım dokuz yazar ve şair elbetteki usta kalemler. Ama içlerinden biri beni ve belki de çoğumuzu derinden etkileyen büyük usta Ahmed Arif.
AHMED ARİF’in şiirlerinde kullandığı sözler,cümleler günlük hayatta kullandığımız cümleler olmasına karşın okunduğunda ruhumuzda sarsıntı yaratan dizelerdir de…Şiirleri Mezopotamya kokuludur. Sevda,ayrılık düş,acı kokuludur.şiirinde kullanacağı bir kelime için 16 yıl beklemiş bir şairdir. umudun, inceligin, korkusuzlugun siiridir Ahmed Arif’in şiiri.
Benim şiirim insanların canını yakmasın diyen bir şairdir.
Yoksulluktan sürünürken fakirlik kağıdı almayı reddetmiş bir şairdir.
Kısacası adam gibi adam sözüne örnek bir şairdir.
Sessizce okuyamazsınız onun şiirlerini. Bağıra bağıra yüreğiniz dışarı fırlayacakmışçasına okumak lazım. Derler ki, Ahmed Arif’e yapılan işkence, hiç kimseye yapılmamıştır. Çünkü o, kendisine küfür edildiği zaman, aynı şekilde polise karşılık veren bir adamdır. Babasına, anasına karşı çok saygısı var. Polis ne söylüyorsa, o da aynı yanıtı veriyormuş gücü yettiği kadar.”
İlk şiirlerini Garip akımının etkili olduğu dönemde ama bu akımın dışında kalarak veren Ahmed Arif Nazım Hikmet etkisinde gelişen “toplumcu gerçekçi” şiir anlayışı içinde kaldı. Daha sonra “40 kuşağı” olarak adlandırılacak olan bu topluluğun Hasan İzzettin Dinamo, Rifat Ilgaz, , Şükran Kurdakul, Arif Damar ve Enver Gökçe gibi şairlerin arasında, “şiire doğu motifleri taşıyan; meydanlarda okunacak yüksek sesli bir şiir”in şairi olarak öne çıktı. O dönem moda olan Orhan Veli tarzıyla yazmayı reddeder ve o dönem hakkında şöyle der: ‘Orhan Veli olsun, çevresindekiler olsun, birer küçük burjuvaydılar. Hem de İstanbul burjuvası düşünce ve davranışları, kendilerine örnek seçtikleri Fransız şairlerinin paralelindeydi. Oysa ben doğuluydum. ‘az gelişmiş’ değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin, aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğuydum. Sömürgeci Fransız toplumunun, bohemi, serseriliği ve gerçekten kaçma çabalarını kutsayan şairleri, elbette beni ırgalamazdı…”
Bu düşünce ve felsefeyle Mezopotamya’nın sert ve acımasız doğasını,bölge insanının zor yaşam koşullarını,tarihten gelen acılarını ve isyanını dile getiren şiirlere imzasını attı. Konularında olduğu kadar söyleyişinde de yörenin efsane, destan, masal, türkü ve ağıt gibi folklorik özelliklerinden yararlandı. Toplumcu dünya görüşünün bire bir yansıdığı şiirlerinde işçi ve emekçilerin egemen güçler karşısındaki mücadele ve direnişinin yanı sıra sevdayı, umudu, insan sevgisi ve insanlığa olan inancı işledi. şiirlerinin yüklü içeriğine uygun olarak ses öğesini öne çıkaran bir dil, yapı ve dize düzeni; yinelemelerle sağlanan bir ritm geliştirdi.
Yukarıdaki anlattıklarımdan da anlaşılacağı üzere Ahmed Arif 1940 ve sonrasındaki Türkiye’nin şehir merkezli edebiyat yapma biçimlerine ve onun her türden küçük burjuva karakterine karşı son derece belirgin tavırlar takınmıştır. Fakat ‘kendi şiirini yaratma’ konusunda küçük burjuvaziye karşı bu belirgin tavır alış tek başına yeterli değildir, Çünkü Türkiye edebiyatında tüm ağırlığıyla kendini göstermiş bir Nazım Hikmet tarzı ve yatağı vardı.Ve asıl önemli olan şehir burjuvazisinde gelişen edebiyattan ziyade bu Nazım Hikmet tarzıydı.Ahmed Arif ilk önce Nazım Hikmet karşısında kısa süreli de olsa bir ürkme yaşamıştır. Çünkü yönünü bulamazsa bu okyanusta genç bir şair olarak boğulacaktı. Bu durum karşısında boğulması işten bile olmayan Ahmed Arif bu duruma karşı da kendini korumalı ve her şeyden önemlisi umudunu yitirmemeliydi; Çünkü onun açısından sorun Nazım Hikmet’i aşmak değil özgün olabilmeyi başarabilmekti. Nazım’a ilişkin kanılarını dile getirirken hem şaire karşı hissettiği o son derece doğal ürkme halini hem de şaire rağmen yaratmak istediği farkı şöyle ifade eder:
“Şiire yeni başlamış devrimci bir delikanlının karşısına Nazım’ı dikerseniz, çocuk ya paniğe kapılır ve ters akımların uydusu olur , yahut ezilir, kötü bir kopyacı kesilir… elbette Nazım’ı yahut başka bir ustayı budalaca izlemekle kimse şair olamazdı. ama Nazım’dan da, başka ustalardan da sonra şiir yazılacaktı. yoksa Shakespeare’den sonra trajedi, Moliere’den sonra komedi yazmak gerekmezdi. Nitekim Dede Korkut, Yunus, Pir Sultan, Şeyh Galip ve Fuzuli gibi büyük ustalardan sonra da soylu şiirler yazılmıştı…
Nazım Hikmet karşısındaki bu düşüncelerinden de anlaşılacağı üzere Ahmed Arif taklitten kaçınmak için oldukça büyük bir çaba harcamıştır.Ahmet Arif yıllar sonra bu çabasının karşılığını OTUZ ÜÇ KURŞUN ;RÜSTEMO gibi şiirlerinde görecektir. Ahmed Arif artık derinliğini ve tarzını bulmuştur. OTUZ ÜÇ KURŞUN,RÜSTEMEO,ADİLOŞ BEBE şiirleri doğu mitinglerinde,dağlarda,fabrikalarda ve öğrenciler arasında büyük bir coşkuyla okunmaya başlar. Nazım Hikmet proleteryanın,şehirlerin şiirini işlerken Ahmed Arif dağlardan seslenmiştir. Onun şiirinin temelini dağlar,sarp kayalıklar oluşturur. Mezopotamya’nın kadim yalnızlığını,acılarını şiire vurur.Ama şiirlerinde umutsuzluk da yoktur. Örneğin,
….binlerce yıl sağılmışım,
korkunç atlılarıyla parçalamışlar
nazlı, seher-sabah uykularımı
hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
haraç salmışlar üstüme.
ne iskender takmışım
ne şah, ne sultan
göçüp gitmişler, gölgesiz!
selam etmişim dostuma
ve dayatmışım…
görüyor musun?”
dizelerinde tarihin içinde akıp giden acıları işlerken son dizelerde umutsuz da olunmadığını işlemiştir.Çünkü onun devrimci kişiliğinde ve sanata bakış tarzında umutsuzluk asla ve asla yer almaz.Çiçekli böcekli şehir burjuvazisine selam veren şiirler de yazmaz.
Ahmed Arif gibi bir devrimci ustayı burada üç beş satırla anlatmak kolay değil. Üstelik onu anlatmaya da yetmez.
AHMED ARİF, örnek aldığım en büyük devrimci şair ama taklit etmeye cüret etmediğim Mezopotamya ve Anadolu’nun büyük şairi, ışıklar içinde yatmaya devam et tarihin onurlu odalarında.
Category: Deneme, Köşe Yazıları, Yazın