GÜLTEN AKIN’DA “Bir şiirle evrenseli yakalamak” / Nalan Çelik
“Karanlığı sevmem…” Gülten Akın
Şiire emek vermiş şairler, yıllar sonra çoğunlukla tek şiirleriyle anımsanırlar. O tek şiir toplumsal belleği yakalamıştır. Kimi zaman da her şairin yine tek bir şiiri, yaşamdaki konumları gereği tek tek kişileri yakalar. Sarar sarmalar. Saatlerce düşünülebilir o şiir üzerine, konuşulabilir. Yazılabilir sayfalarca. Gülten Akın’ın “Kestim Kara Saçlarımı”(1) şiiri bende bu etkiyi yapmıştır. Şiire ilişkin yazılarımda, şairin bu şiiri hep olmuştur. Bu şiir kendimle, çevremle, yaşamla yüzleşmemin başlangıcıdır. Şimdi otur aynı şiirle bir yazı yaz deseler yine sayfalarca yazabilirim. Çünkü her an yeni, her an farklı yazılar yazılabilecek evrenselliğini ne yazık ki koruyan bir şiirdir, bu şiir. Ne yazık ki diyorum… “ne yazık ki” şairin başarısı, ama okurun, yaşayanın acısıdır. Çünkü yaşamsal sorunlar sürmektedir. Hâlâ kara saçlar; kadın için, erkek için, insan için sorundur. Bu sorunun çözümlendiği gün Gülten Akın’ın şiiri artık geçmişte yaşanmış bir masal olacaktır. ‘Vah vah insanlar, en çok da kadınlar neler yaşamış” diye dilden dile anlatılan.
Koltuğun ucunda oturan kadınlar
Ben, şairin “Gülümserdim” şiirini irdelemek istiyorum. Bir şiir, şairin birçok şiirinin amacını, bakışını, temasını verir. Siz bilirsiniz artık o şairin insana, yaşama bakışını. Bu her şiir yazıyorum diyen için geçerli değildir. O, bir şiir yazıcısıdır. Ama Gülten Akın, şairdir.
“Karanlığı sevmem, ben olsaydım
akşamın bütün ışıklarını yakardım
odaya dışarıdan bakıyorum, bir kadın
hemen kalkacakmış gibi
koltuğun ucunda
yandan eğilmişsin
yüzün yüzüne yakın, elin kadının omzunda” (2)
Şimdi yazacaklarımı temellendirebilmek için M.Ö’ye gitmem gerekiyor. Gülten Akın, şiirini kategorilerin bilgisi, bilinciyle oluşturur. Oysaki günümüzde hâlâ kategorilerin ne olduğunu bilmeyen ancak çorapları bir çekmeceye, çamaşırları başka çekmeceye, kazakları öbürüne gibi basit kategorileri bilen hatta bunu bile bilemeyen, kategorilerin yaşamsal önemini kavrayamamış bir insan, şiirdeki ayrıntıları kavrayamaz. Bu nedenle önce kategorilerden söz etmeliyim. Aristotales’in kategoriler kitabında konu edindikleri bu gün bile aynı önemdedir. Aradan yüzyıllar geçer. Fenike’li Porphyrios, Aristotales’in anlaşılamayan kategorilerini tekrar ele alır. Şimdi ben yeniden anımsatmak zorundayım. Çünkü aynı sorunlar günümüzde sürmektedir. Şöyle söyler. “Örneğin cins, hayvandır; tür insan; ayrım, akıllı olma; özellik, gülme yetisi, ilinek ise beyaz, siyah ve “oturmak”tır.”( 3)
Biz insanlar cins olarak hayvanız, tür olarak insan. Ayırımımızsa… bitki, hayvan hepsinden akıllı olmamız, bilgiyi elde edebilecek gizil gücümüzün olmasıdır. Özelliğimiz yine öbür canlılardan ayrıldığımız, gülmek. Bu kadın ya da erkek olabilir, siyah, beyaz bir ırk da olabilir. Renkler gibi oturabilmemiz de bir ilinektir. Bizim dışımızda gelişir ilinekler. Siyah bir ırkın çocuğu olarak doğabilirdik. Oturmanın olanaksız olduğu bir hayvan olarak da doğabilirdik.
Şiire dönersek, koltuğun ucunda oturmuş bir kadın çıkar karşımıza. Bu yalnızca şiirde, şairin öznelinde bir kadın mıdır. Hayır. Şair küçük, basit bir ayrıntı gibi görünen oysaki yaşamın çoğunluk kadınlarını, geçmiş, bu gün diyalektik bir biçimde, bize gösterir. Koltuğun ucunda yaşamları geçmiş kadınları anımsarız. Annelerimizi, büyükannelerimizi, komşularımızı, akrabalarımızı kimi zaman da kendimizi. Şair bize soru sordurur, yüzleştirir koltuğun ucundaki kadınla. Neden kadınlar hep koltuğun ucunda, hemen kalkacakmış gibi oturur.
Ben, yanıtlarımı kendi deneyimlerime göre verebilirim. Bir başkası bunu çoğaltabilir. Eleştirebilir. Çünkü o kadınlar Aristotales’in kategorilerini bilmiyorlardır. Öğrenmişleri varsa da bilince çıkmamış bir bilgidir. Oturmak insana, hayvana ilişkin bir ilinektir. İlinek olarak bize verilmiş olanı yaşayabilme yetisi bizde vardır. Rahatça koltuğa oturabilmeliyiz. İnsanız, kadın ve erkekten önce. Ama kadınlar binlerce yıldır, insan olarak görülmediğinden tarihsel süreçte; konumu, adı sürekli ataerkil düzence belirlendikçe, köle, şeytan, melek, cadı, hayat kadını, hayat arkadaşı… kimileyin at, avrat, silah üçlemesinde kimileyin… Otomobil, kredi kartı, kadın üçlemesinde, yer aldıkça hep koltuğun ucuna ilişir. Mutfağa yakın olmalı, ev halkına, konuklara hizmet etmelidir. Tüm odalara yakın olmalı, temizlemelidir. Ütüye, toz bezine, tepsiye yakın olmalı hemen görevlerini yerine getirmelidir. En çok da kapı eşiğine yakın olmalıdır. Her an “hadi ananın evine” denilebilir. Kadının yaşamı hep koltuk ucundadır.
Küçük küçük gülümseyen kadınlar
Aynı şiirle sürdürelim.
“O ben miyim ? nice eski ki unuttum
öyle diyor kadın başı önünde
“senden yoruldum”
belki diyemezdim ben olsaydım
küçük küçük gülümserdim belki
belki elini tutardım“
Şairin kendinle, tikel kadınla ardından tümel kadınla konuşmasıdır dizeler. Şirini oluştururken içerik kendi biçimini yaratır. Karanlık odaya bakan kadın, karanlık odadaki kadın ve erkek, odada konuşan kadın, odadaki kadını dinleyip kendi yapabileceklerini “belki” sözcüğünü kullanarak yanıtlayan dışarıdan bakan kadın. Şiir ritmi, biçimi, içeriği… küçük, basit gibi görünen ama yılların gözlemi, deneyimini sözcüklerin seçimiyle yapan çarpıcı bir şiirdir. Gülten Akın’ını, Gülten Akın yapan bu küçük ayrıntılardır. Koltuk uçunda oturan, küçük küçük gülümseyen kadınlar.
Koltuğun uçundaki kadına bir öğüt verilir. Yıllardır duyduğumuz, gördüğümüz ama bilince çıkaramadığımız bir eylemdir bu. Senden yoruldum demek yerine küçük küçük gülümsemek. Bir soru daha sorar, yeniden yüzleşiriz, kendimizle tümel kadınla, tarihle. Kadınlar çoğunlukla neden küçük küçük gülümser. Aristotales kategorilerini, yeniden anımsarız. İnsanın “özelliği” dir gülme yetisi. Onu hayvandan ayıran, insan yapan bir yeti. Bu yetiyi neden kullanamaz kadın. Çünkü insan olarak kendini göremez. Eksik etek, kaşık düşmanı, saçı uzun aklı kısadır o. Yine, kadınlar canlanır karşımızda. Suç işlermiş gibi küçük küçük gülümseyen kadınlar. Yemeniyle, çarşafla, eliyle gülümseyişini utanarak gizleyen kadınlar. Üstelik günümüzde mini etek giymiş, göğüsleri, beli, yarı açık giysilerle dolaşıp yine de küçük küçük gülümseyen, ağzını otomatik olarak eliyle kapayan kadınlar, kızlar. Çıplaklıktan değil de gülümsemekten utanan kadınlar.
Porphyrios, şöyle sürdürür irdelemesini. “Akıllı varlıkların hepsi aynı biçimde akıllıdır ve gülme yetisi olan varlıkların hepsi de eşit olarak gülme yetisine sahiptir.” Bu durumda kadın, erkek aynı biçimde akıllıdır. İkisinin de bilgiyi elde edebilme gizil gücü vardır. Her ikisi de eşit olarak gülebilir. O zaman neden kadınların elinden bu yeti alınmıştır. Çünkü gülümsemekle gülmek sözcüklerinin arasında farklar vardır. Gülümsemek sessiz, çok az bir hareketi içinde barındıran bir eylemdir. Gülmek ise sesli, dudakların açıldığı dişlerin görüldüğü daha saymadığım birçok görünümü barındırır. Neden erkekler kahkahayla gülerken bu doğal karşılanırken bir otobüste kıkır kıkır gülen kızlar ayıplanır. Bu kızlar yaptıklarının ayıp olduğunu düşünerek ama kıkır kıkır gülmenin bir başkaldırı olduğunu sanarak gülerler. Bilirler başkaldırılarının çok kısa süreceğini. Onlar da yakın çevrelerindeki kadınlar gibi uzun yıllar küçük küçük gülümseyip, koltuk ucuna ilişerek yaşayacaklardır. En önemlisi gülmek haz almanın sonucu ortaya çıkan bir eylemdir. Haz almak, kadına her konuda yasaktır.
Bütünlüklü Bakış… Akşamın bütün ışıklarında… İnsan
Şairin sorumluluğudur bütünlüklü bakış. Kadını, erkeği suçlamadan bir arada, bir şiirde gerçekliğiyle verebilmek. Lukacs, bütünlük kavramı için şöyle söyler. “Bütünlük, toplumsal olguların toplamıdır” (4) Gülten Akın’ın şiiriyle sürdürürsek…
“oda çok karanlık, ben olsaydım
akşamın bütün ışıklarını yakardım.”
Akşamın bütün ışıklarını yakmak kadını, erkeği bütünlüklü bir bakışla… insanı, yaşamı yakalamaktır. Oysaki şiirde bir de erkek vardır. Kadının yüzüne yakın, eli kadının omzunda, elleri bir kadın okşamasına gereksinimli bir erkek. O da kadının yaşamdaki rollerinin acısını çekmektedir. Koltuğa rahatça oturabilen, söylediklerine ağzını örtmeden kahkahalarla gülebilen bir kadın isteyen, erkek de olabilir. Ya da bu istekler bilince çıkmamış, henüz hazır değildir erkek. Ama ezilen kadınsa mücadele kadınla başlamalıdır.
Bir şair, ışığı kadın tarafından verirse eksikli bir şiir yazar. Erkek tarafından bakıyorsa yine aynı eksiklik sürer. Ben ne kadın ne erkek, insanın şiirini yazıyorum diyorsa eksiklik büyür, kocaman şişirilmiş renk renk balonlar olup, gökyüzüne uçup gider. Bu nedenle geçmişte, günümüzde kimi şairler, gençleri, kimileri kadınları, kimileri erkeği yakalayan şiirler yazmıştır. Öyle anılırlar.
Gülten Akın’sa insanı bütünlüklü yakalayan şiirler yazar. Çünkü o akşamın bütün ışıklarını, karanlığı sevmediğinden değil gerçekliği bütünlüklü veremeyeceğinden yakar. Bu aydınlık, şiirini evrenselleştirir. Ezilenden ezene, kadından erkeğe doğru bir bakış vardır şiirinde, suçlamadan. Ben olsaydım eğer deriz okur olarak. İnsanın şiirini yazan şairi okurdum, okuyorum.
Dipnotlar :
1- Gülten Akın, Sevdiğim yaz Geldi Yine”, “Kestim Kara Saçlarımı, Adam Yay. İst. 2003
2- Gülten Akın, “Uzak Bir Kıyıda”, “Gülümserdim”, YKY. İst. 2003
3- Porphyrios, Isagoge, “Aristotales’in Kategorilerine Giriş”, Çeviren: Dr. Betül Çotuksöken, Remzi Kitabevi, İst. 1986
4- Ateş Uslu, “Lukacs Marx’a Giden Yol”, Çivi Yazıları Yay. İst. 2006
‘Şiir Kadın Saçlar’ Gerçek Sanat Yay. 2009 İstanbul
Category: Deneme, Köşe Yazıları, Yazın