Kuyucaklı Yusuf – Sabahattin Ali
Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2. Soylu Vahşi Olarak Kuyucaklı Yusuf / Berna Moran
“Kuyucaklı Yusuf’un önemi yalnızca başarılı bir roman olmasından ileri gelmez, öncü bir yapıt olması da ona tarihsel açıdan bir önem kazandırır; çünkü bu yapıt daha önceki Türk romanından iki bakımdan ayrılır ve yeni bir yol açar. Bir kere Sabahattin Ali’nin Türkiye sorunsalına bakışı farklıdır. Tanzimat’tan 1950’lere kadarki Türk romanının ana sorunsalını Batılılaşma oluşturuyordu. Yazarlarımız toplumsal yapının kendine yönelmiyor, mevcut düzeni sorgulamıyorlardı. Toplumsal yapıyı, ezilen halk ya da köylü sınıfının durumunu ele alan romanlar gerçi 1950’lerden sonra görülür, ama bunların ilk örneği 1937’de yayımlanan “Kuyucaklı Yusuf”tur. Ayrıca romana Anadolu’yu da bu sorunsalla birlikte getirmiş olması “Kuyucaklı Yusuf”u başka bir yönden daha öncü yapar.(…) Sabahattin Ali’nin gördüğü çatışma toplumsal yapıdan kaynaklanır; bir yanda bürokrasi ve eşraf vardır bir yanda da ezilen halk.”
“Oysa “Kuyucaklı Yusuf”taki gerçekçilik ile romantizm, birbirinden sanıldığı kadar bağımsız değildir, çünkü gerçekçi yönü oluşturan kasaba yaşamına ya da kasaba gerçeğine de romantizmden kaynaklanan bir dünya görüşünün açısından bakılmaktadır. Ikincisi, gerçek kasaba yaşamı Yusuf ile Muazzez’in romantik serüvenine bir fon teşkil etmez. Romanın bu iki yönü birbirlerinin özelliklerini belirginleştiren karşıt değerlerin alanıdır. Metnin derin yapısına doğru inecek olursak görürüz ki metin, birbirinin anlamını pekiştiren birtakım karşıtlıklarla örülmüştür: Şehir/ doğa, yapay insan/doğal insan, yozlaşmışlık/masumiyet, şehvet/aşk. Yusuf ile çevresi arasındaki uyumsuzluğu bu karşıtlıkların ışığında incelersek romanın gerçekçi ve romantik yönlerinin bir bütün oluşturduklarını görürüz.”
50 Türk Romanı / Fethi Naci
“Şakir’in Muazzez’e gösterdiği bu ani ilgi, fabrikatör Hilmi Bey’in oğluna atılan bu yumruk, bu iki tekme Yusuf’un yazgısını çizmiştir artık. Bundan sonra, kendisini bekleyen sona doğru, kaçınılmaz bir biçimde ağır ağır yaklaşır. Tıpkı bir trajedya kahramanı gibi.
Wicham, trajedyadan söz ederken, “Eğer bir insan, kurulu bir doğa veya töre yasasını herhangi bir sebeple bozarsa, arkasından zorunlulukla bu karşı gelişin sonucu doğacaktır. Sonuç, tanrıların isteğidir…”der. Dr. W. H. Werkmeister de şöyle diyor: “Bütün değerlendirmelerden uzak bir dünyada hiçbir trajedi yer alamaz. Ancak değerlendirmelerin işe karıştığı, ahlak sözleşmelerinin tehlikede olduğu daha yüksek bir yapılması gerekenle daha aşağı bir yapılması gereken arasında, soylu olanla bayağı olan arasında ayrılıkların bulunduğu bir yerde trajedi olabilir.”
1910’ların Anadolu kasabaları tragedyalar için en elverişli mekanlardır. Kasaba eşrafı ve mütegallibesi öylesine ezici bir güce sahiptir ki bu güce herhangi bir karşı geliş, “doğa veya töre yasasını” bozmuşçasına, zorunlu olarak, buna karşı gelişin sonucunu doğurur. Sonuç, eski Yunan’da tanrıların isteği ise, Anadolu kasabasında da eski Yunan Tanrılarının gücüne sahip eşrafın isteğidir. Roman “soylu olanla bayağı olan arasında ayrılıkların bulunduğu bir yerde”, “bayağı” ama güçlü olanın isteğine göre gelişir. Kasabanın Tanrılarını kızdıran Yusuf yıkılır, yenilir, ezilir.”
Vedat Günyol, Dile Gelseler (Eleştiriler). Sabahattin Ali’nin Hikayeciliği ve Romancılığı:
“Sabahattin Ali’nin romanlarına gelince: Sayıca az ama, değerce ağır basan romanlar. Kuyucaklı Yusuf olsun, Içimizdeki Şeytan olsun, en başarılı romanlarımız arasında yer alır. Bu romanların birleştiği nokta şu: Ikisi de hem çevrece hem ruhça katıksız yerli birer roman; ikisi de çevre, töre romanı. Biri bir Anadolu kasabasını bütün ruhu ve yaşantısıyla veriyor…
Ali hikayelerinde her zaman veremediği içi romanlarında verebiliyor. Kuyucaklı Yusuf’ta ruh incelemeleri yok ama, davranışlardan çevrenin, bir bakıma da kişilerin psikolojilerine girebiliyor. Olaylar öylesine ustalıkla seçilmiş, ayrıntılar sanki üzerlerinde hiç işlenmemiş gibi öylesine tabii tertiplenmiş ki, insan pek farkına varmadan kendini çevrenin ortasında buluveriyor. Romancı, işlediği ayrıntıları belli etmeden bütüne gerçeklik vermesini biliyor.”