SENNUR SEZER ŞİİRİNE DEĞİNİLER / Ayten Mutlu

| October 8, 2015

ayten_mutluİlk karşılaşmamız sanırım 80’li yılların ilk yarısında Varlık dergisinin Cağaloğlu yokuşundaki bürosundaydı. O dönemde dergi Sevgili Kemal Özer’in yönetimindeydi ve Kemal Usta’nın odası hiç boş kalmazdı. Şairler, yazarlar, gazeteciler için keyifli sohbetlerin odağı olan bir uğrak yeriydi adeta. Ben de arada bir işyerinden bir iki saat izin alır, bir şiir meraklısı olarak koşa koşa bugün bile her ayrıntısı gözümün önünde olan odanın hiç kapanmayan kapısından içeri süzülürdüm. Bir ibadethaneye girer gibi çekingen, heyecanlı..

İşte böylesi günlerin birinde o odada, saçlarının siyah dalgaları omuzundan aşağı dökülen esmer, alımlı bir kadın da konukların arasındaydı. Sennur Sezer adını duyduğumda çok sevinmiştim. O kadar azdı ki edebiyat ortamında şair kadın o dönemlerde… Onlardan biriyle karşılaşmış olmak bende hasret kaldığım ana evine kavuşmuş gibi bir sevinç yaratmıştı.

SennurSezen5Daha sonraları pek çok yerde, pek çok etkinlikte onunla birlikte oldum. Ama 2003’te bir Eskişehir yolculuğumuz vardır ki, hiç unutamam o keyifli saatleri. O’nunla yan yana koltuklarda yaklaşık 7 saat kadar sohbet ederek geçen bir yolculuktu. Eskişehir İstanbul arası sürse sürse 4 ya da 4,5 saat sürer ama o gün benim şansıma yol kapalıydı. Tam olarak anımsamıyorum ama ya sis yüzünden ya da bir yol tamiratı nedeniyle. İşte o 7 saat biz neler konuşmadık ki…

O’nun saraylı büyük ninesinden, Eskişehir’de daha sonra da Fatih’teki çocukluğundan yeni yetme genç kızlığından şiirin hallerine kadar hep zihnimdeki bir Atlas bohçada saklayacağım ne güzel anılar kaldı bana o yolculuktan. İlk gördüğümde de beni etkileyen gözlerindeki o şimşek ışıltısı hiç silinmedi. Kıvrak bir zekanın, dikkatin, özenin ve cesaretin işareti olan bu ışıltı bunca yıl sonra da hep gözlerinde onun. Derin bilgi birikimi hayatın birçok alanına dair…

İstediğiniz her konuda size öğreteceği yeni bir ayrıntı mutlaka var. Hemen her zaman dikkatli ve hareketli. Örneğin, Mersin`deki bir etkinlikten Adana`ya gitmek için bir minibüste yola koyulmuştuk ki, Sennur Sezer : “Çocuklar sizinle şu kerebiç ve cezerye’yi almadan İstanbul’a dönemem, çünkü çok beğenmiştim ilk yediğimde.” diyerek Minibüsü durdurdu. Ben de arkasından. Çünkü O bir şeyi beğendiyse mutlaka geçerli bir nedeni vardır. Nitekim kerebiç hiç bilmediğim bir tattı. Bir daha Mersin’e gittiğimde kerebiç peşine düşeceğimi biliyorum.

Sennur Sezer, Türkan İldeniz, Gülten Akın ve Melisa Gürpınar’la beraber, bir dönemin erkek egemen dünyasında, “kadından şair olmaz” anlayışının karşısına dikildiler ve kadından da şair olabileceğini bir kez daha göstererek kendilerinden sonraki kadınlara cesaret verip yollarını açtılar. En azından bu nedenle bile bizler ve bizden sonraki kadınlar onlara teşekkür borçluyuz.

Şiirde ve diğer yazın türlerinde eril söylemin önde olması, ne sadece ülkemize ne de çağımıza özgü. İlkel “komünal” toplumları, yani Ana Tanrıçalar dönemlerini saymazsak, erkeklerin günümüzde de daha önceleri de kadının övgüye değer olduğuna çok da inandıklarını düşünmüyorum. Mülkiyet kavramının toplumsal yaşamda yerini almasını takiben başlayan anamalcı süreç hep kadının aleyhine işlemiş. Belki de bin yıllarla ifade edebileceğimiz uzun bir süreçte dünyanın hemen her yerinde tüm yaşamsal ve kamusal alanlarda olduğu gibi, sanatta ve sanat dilinde de cinsiyetçilik temelinde yükselen bir ayrımcılık söz konusu olmuş. Bütün karar mekanizmalarında binlerce yıldır dominant bir rol üstlenmiş olan erkek egemen anlayış, sanat alanında da yetke ve söz sahibi olmuş, bilinçli bir biçimde erkek söylemi ve anlayışı sanatta da egemen kılmış. Bu tamamen sistemle ilgili bir sorun. Ama özellikle son zamanlarda şairleri cinsiyetine göre ayırmak Türk şiirinin onmaz hastalıklarından biri olsa gerek.

Örneğin, 2008’deki 3. Uluslararası İstanbul Beyoğlu Şiir Festivali’nde Kırım Kilisesi “Kadın Şairler Buluşuyor” başlığıyla gerçekleştirilen etkinlikte, şiirle oyun oynamaya kalkışan sunucuyu protesto etmek amacıyla kiliseden ayrılırken yabancı konuklardan Bulgaristan’lı şair Bojana Apostolova yanıma geldi ve; “Bu kadın şair söylemi de ne oluyor, bizde hiç böyle ayrımcılıklar yoktur” türünden şeyler söyledi. Daha sonra şiir etkinliklerine katıldığım bir çok ülkede böyle bir kavramın vurgulandığına tanık olmadım. Bu doğal ki dünyanın diğer ülkelerinde böyle bir yaklaşım olmadığı anlamına gelmiyor. Eski çağlardan beri sanat ve edebiyatta kadının yok sayıldığı, kösteklendiği, ciddiye alınmadığı uzun çağlar olduğunu ve bugün de bir şekilde bir dışlanmışlığı yaşadığını biliyoruz. Ama sanırım dünya artık bu saçma söylemi terk etmeye hazırlanıyor. Bizlerse hâlâ uluslararası etkinliklerimizde bile kadınları ayrı sepetlere koymayı marifet sayabiliyoruz. “Şiirde kadın duyarlığı” dedikleri bir kavram da hayli revaçta. Aslında demek istiyorlar ki “Siz kadınlık hallerini yazın yeter. Bizim alanımıza da fazla burnunuzu sokmayın.” Hani o meşhur magazin lafı var ya” Çocuk da yaparım, kariyer de” diye. Evet, Kadınlar çocuk da yapıyorlar, çatır çatır şiir de yazıyorlar işte…

SennurSezen4Sennur Sezer de çatır çatır yazıyor şiirlerini. Bir anne bir ev kadını, bir entelektüel, bir yazar, bir araştırmacı, bir şair olarak hem de. Her ne kadar Doğan Hızlan, “Kimi yazarlar kadın duyarlığı sözünün üstüne basa basa yazılmasına karşıdırlar. Sezer onlardan değil, kadın duyarlığının, kargaşa içinde yaşayan bir toplumda kadın olmanın sorumluğunun şiirini yazıyor” (Cumhuriyet, 19 Mart 1977) diye yazdıysa da onun için,

Sennur Sezer, 1958’de Sanat Dünyası dergisinde yayımlanan ilk şiirinden bu yana, kadın sorunlarının yanı sıra toplumsal duyarlılığın baskın olduğu şiirler yazmayı sürdürüyor. Nitekim, “Kirlenmiş Kağıtlar” 2000’de Yunus Nadi Şiir Ödülü aldığında şöyle diyor;”…Ben bu ödülü kültür emperyalizmine karşı savaşan arkadaşlarım ve en çok da kültür emperyalizminin hedef aldığı kadınlar adına alıyorum.’ …

Bir şairin izleklerini kitaplarına verdiği isimler de anlaşılır kılabilir. Sezer’in henüz bir lise öğrencisi olduğu 1960’lı yılların başında, Gecekondu adını verdiği ilk kitabının ardından gelen “Yasak”-1966’da, “Direnç” ise 1977’de yayımlanıyor. 60’lı ve 70’li yılların siyasal ve toplumsal ortamını anımsarsak, bu kitap adlarının bile o dönem şiirini karakterize etmeye yetebileceğini düşünüyorum. 1982’de, yani o meşum askeri darbenin ardından yayımlanan şiir kitabının adı ise, tam da sesini yitirmiş bir topluma gönderme yapar gibi “Sesimi Arıyorum”. 1983’de yayımlanan seçme şiirlerine verdiği isim ise; “Kimlikleriniz Lütfen” O dönemde ne çok duyulurdu bu tümce… Otobüste, sokakta, eve dönerken, okula giderken… İşte hayatın bir fotoğrafı daha beliriyor bu kitabın adında da. 1986’da “Bu Resimde Kimler Var” yayımlanıyor. Toplum hangi fotoğrafı kimin çektiğini bırakın, yanında yöresinde kimlerin olduğundan bile kuşku duymaktadır. 1991’de “Afiş” adını verdiği şiir kitabı yayımlanıyor. Toplum, üzerindeki ölü toprağını silkelemek için usul usul kıpırdanmaya başlamıştır artık.

Ardından, 1995’te toplu şiirlerin yer aldığı kitap “Direnç Şiirleri” adıyla yayımlanıyor. Görüyoruz ki 70’li yılların direnen ruhu artık ayağa dikilmektedir. 2000 yılında “Kirlenmiş Kağıtlar, 2001’de “Dilsiz Dengbej” 2002’de “Bir Annenin Notları” 2006’da ise, “Akşam Haberleri” adlı kitabı yayımlanıyor. Tam da toplum, akşam haberlerinde Emperyalizmin Irak’a yaptığı iğrenç saldırıyı naklen izlerken…

Doktor Che de giriyor şiirlerine, Kürek kemiklerine ölümü yamayan Ming de, eline değen paslı zincirleri de, kızgın demirlere değen işçinin elleri de…Yani şairimizin temaları geniş bir yelpazede deviniyor. Kimi zaman sessiz bir başkaldırıyı seziyorsunuz dizelerinde, kimi zaman bir sevdanın devrimci bir yürekteki izdüşümünü fısıltılarla dillendiriyor, kimi zaman da “Kanı anlat Ozan” diye haykırarak…Çoğunlukla akıcı ama doğrudan bir anlatım tarzını yeğliyor. Şiirlerindeki lirik söylemin, varolagelen lirizm anlayışından farklı olduğunu söyleyebiliriz; çünkü coşkunluğa dair bir tanımlamayı öngören lirizm anlayışı, Sennur Sezer’in şiirlerinde “gerçekçi bir lirizm” anlayışına dönüşüyor. Bağırmayı, yüksek sesle konuşmayı değil, zaman zaman öfkeli, zaman zaman alaycı ama usul da bir seslemi yeğliyor. Soruları var hayata, insana, emeğe, sömürüye, sömürgene…
“Ben aşkı düşünüyorum. İnsanı var eden olguyu. Tırnaklarımla kazıyarak çevremizi saran karanlığı. Yaşasın diye bir sap papatya, bir kök karanfil, bir çocuk sesi. Soruyorum, ne kaldı geriye bunca yaşanandan? Ne kaldı sizden, insanlardan, aşktan, şiirden… Arıyorum. Sesinizi duyamıyorum. Afişler, reklamlar, sağır bir duvarlar dizisi örtüyor. Şiirin üstünü de. Bu yüzden şiiri kazıyorum, biriktiriyorum. Arındırmaya çalışıyorum. Üstündeki küften, boş sözlerden özentiden.” diyor Sennur Sezer bir söyleşide.

O, “Sesimi Arıyorum” adını verdiği şiirde aradığını söylediği sesi daha ilk şiirlerinde bulmuş bir şair. 1960’lı yılların başında bir gencecikken, kendisine yöneltilen; “Şiirinde yeni olan ne?” sorusuna, “Tek göz odalarda çabuk büyüyen çocukları, işçi kızların cumartesi tükenen haftalıklarını, ekmeğe satılık kadınları, kapalı gözlerle sevişmeleri, yorgun kazmaları anlatarak” diye yanıt vermiş ve poetikasını da bu doğrultuda oluşturmuş bir şair.

“Bir ses arıyorum
Yeni bir şarkı için
Çocukların ilk sözcüğü gibi umutla,
Sevinçle duyulacak bir ses,
Çünkü umutsuzluk yasaktır”
Evet, umutsuzluk, bezginlik, karamsarlık yok onun şiirlerinde. Tersine,
“Bir adım kala kör kurşunlara
Sigaramın üşüyen ucunda
Öpüşünü bıçak gibi tadarım” (Savaş Ayırmaz Sevişenleri)
Diyebilecek kadar canıyla, varlığıyla, diriliğiyle hayatın içinde olan bir şair. Bütün acılara gülümseyerek dayanmanın yolunu gösteriyor insana, pek çok şiirinde böyle bu. Çünkü umutsuzluk yasak!.
“Kim duyar sesini haykırsan
Gücünü tüketme
Dayan bir sınav bu
Gülümse” (Direnç Doğuran Kadına)

Aşk, sevda onun şiirlerinde hem bireysel tutkuları imleyen, zaman zaman üryan haliyle var, hem de var olan güzelliklere duyulan derin sevmenin bir yankısı olarak. Sevmek, hayatta kalmanın, direnmenin bir yolu onun için. Ama bir aşk şiirinde bile toplumsal duyarlık bir ışık huzmesi gibi giriveriyor şiirlerine;

“Yorgunsam bezginsem çaresizsem
Onu düşünürüm üzgün ve kırgın
Türkülerle avunması gibi
Yorgun bir çingene açlığının” (Yorgun Çingene)

Olsa olsa yoklukları fark edilen, hayattaki payları karıncalar kadar olan, hep bir boşunalık duygusuyla yaşayan, aşktan söz edildiğinde, başını utangaç öne eğen, açlık grevlerinde gözünü kırpmadan ölümü göğüsleyen, gövdeleri ağır kapakların ardında sarnıç sularınca gümbürdeyen kadınları, yoksulları, yetimleri, büyüyen çocukları, büyüyemeyen insanı, geceyi avuçlarında çoğaltan dilencileri, usul yağan karı, ayışığında öpüşmeleri, gülü, yorulmaz aşkı…insanı yazıyor Sennur Sezer.

“Durmadan dağılır oda
Küflü bir ıslaklık dolaplarda
-Aşkı düşün aşkı, dayan-
Işıldayan sabun köpüğü ” (Kadının Akşam Duası )

Ve kadınlara egemen olmakla övünen “hergele” anlayışa bir tokat gibi fırlatıyor kimi zaman da şiiri.

“Sen ki övünürsün kadınlara egemenliğinle
Söyle
Nedir eldeğmemişlik ve ne zaman biter
Ve neden daha kolay bir fahişeyi şaşırtmak
Yaşlı bir bakireyi hoşnut etmekten
……..
Sen ki övünürsün kadınlara egemenliğinle
Usanmadın mı sarılmaktan gölgene
Söyle.” (Hergele Şiirler)

İroniyi, yer yer kullanır. Ama, çoğu kez, kendine has bir hınzırlıkla. Ama İroniden çok, toplumun gündelik konuşma dili, halk deyişleri, folklorik-yerel motifler ve hatta halk ağzından gelen masal ve tekerlemelerin de izleri vardır şiirlerinde. Ama bu unsurları inceltip farklı bir toplumsalcılığa dönüştürmeyi başarır. Şair, insanın gündelik, günübirlik hayatını, ilişkilerini, acılarını, yalnızlıklarını şiirleştirirken doğanın unsurlarından da yararlanır. Ama, buna rağmen, yani gündelik hayatın, insanın hüzünlü, dramatik tablosuna karşın, topluma bağından da vazgeçmeden dillendirir tavrını. Şiirlerde kendine özgü bir öykülemecilik dikkat çeker. Halkın dili, yaşama tarzı, hüznü ve tepkileri. Kitaplar arasında bu bağlamda bir ilişkiye, bir tür süregenliğe rastlanır.

“Öfkeli Bir Ozana Masallar” adını verdiği şiir, günümüzde kendi şairliğinden başka derdi olmayan şair tipine karşın, dünyadaki zulüm ve haksızlıklar karşısında öfkeyi bal eyleyen şaire, öfkeyi de sevdayı da bilmiş bir Şaman ana’nın, bir şair ananın yol göstericiliği gibidir. Bana göre de, şairimizin döne döne okunması gereken doruk şiirlerinden biridir.

…….
“Kanı anlat kanı…Boyayıp kırı gelincikler açtıran…
Bir yapıyı kutsayan … Duru ve kirli pınar. Eskimiş
put. Öç almanın şaşkın kılavuzu. Acıyı durmadan
yenileyen ve utancı körükleyen…duru su…
Bir gün çobanların kavallarını dinle. Eline batan
dikende tanı…bu puslu pınarı. Tuzlu adıyla
sarhoş serdengeçtilere bak…uzak bir söylenceyi
yinele…’Bir gün kanın anısıyla başı dönenler ocağına
geldiğinde…onlara gelincikler sun. Yatıştırsın. Ve
öfken utanca dönüştüğünde çamur yoğur.
Alışırsın testinin durmadan susayan dinginliğine…’
Sevda…örtüşür mü kanla…Eğil bir bak…eğil bir
bak yüreğine… Anla…”

……..
“Bir senaryoyu yaşıyor gibiyiz: Üret, tüket, üret… Suratını değiştir, elbiseni, pabucunu, yürümeni. Ama yaşaman aynı kalsın. Gök daralsın. Soluğunu tut. Modası geçti insan olmanın. Ekrana bak. Televizyonun ekranına. Bilgisayarın ekranına. Yanıt orada. Çözüm orada. İnsan yüzü yok.” Sennur Sezer

Category: Deneme, Şiir, Yazın

Comments are closed.