Mektup Arkadaşım Arjun Rau / Saba Öymen

| May 8, 2015

saba öymen2Üç yanında üç cam kapısıyla göz alıcı büyük beyaz yapıya girdim. Resimlere bakmaktı niyetim, resim sergisine; genç kızla genç adamı gördüm. Güzelliklerini… Durakladım. Yanlış kapı… Resim sergisi öbür yanda olmalı. Birkaç adım attım. Gene durakladım…

Bu ne güzellik? Kızın esmer yüzünde kıvrılmış al dudaklar. Sarı şifonlar içinde ince bir beden. Sim işlemeli dar blüzün altında göğüsler küçük kabarmış. Işıltılı siyah saçlar blüzün yarı örttüğü pürüzsüz omuzlarla içli dışlı olmuş.

Beni farketmediler. İyi.

Genç adam kızın yanında diz çökmüş, iki elini avucuna almış. Bacaklarını daracık siyah saten pantolon sarıyor. Çıplak ayaklarına gidiyor gözlerim. Uzun ince parmaklı, tırnakları düzgün kesilmiş esmer ayaklarına. İlkelliği mi simgeliyor çıplak ayaklar, doğayla birleşmiş erkekliği mi? Bedeninin esmerliğini vurgulayan beyaz şık tüniği aykırıysa da bu ilkellik oyununa, hiç önemli değil. Bu kızla bu genç adam birbirleri için mi yaratılmışlar? Birbirleri için yaratılmak diye bir şey var mı?

Sanjay anlatıyor:

Sri Lanka’dan Hindistan’a yeni gelmiş. Yeni Delhi’nin en kalabalık, en çarşı caddesinde yürüyor. Karishma’yı görüyor bir dükkandan taşan şeytan maskelerinin arasında. Karishma’nın babası maskeler satıyor. Gözleriyle gülen onaltı yaşında bir kız Karishma. Aklını başından alıyor yirmialtı yaşındaki Sanjay’ın. Maskeler türlü türlü… Neşeli ak bir yüzün yanında, kaşları kulaklarına, dişleri çenesine değen,  gözbebekleri boş bir kötü ruh, sen kimsin der gibi bakıyor Sanjay’a. İrkiliyor Sanjay, bir yandan da biliyor ki, maske bu…Gözü mü var sanki… Göz möz değil delik işte… Parmağını uzatıyor kötü ruhun göz boşluğuna şöyle bir sokup çekiyor. Maskeyse de… Hoş değil. Elini cebine atıyor.

Sarı şifonlarla sarmaş dolaş olmuş ışıltılı saçlı genç kızla yakışıklı erkeğin fotoğrafları çekiliyor. Belki bir nişan töreni bu. Belki bir etnik tiyatro grubunun oyunu için reklam afişi hazırlıyorlar. Bilmiyorum. Merak da etsem sormaya niyetim yok. Çok işleri var ve de çok güzeller.

Sanjay, kötü ruhun görmese de bakan göz boşluklarını unutmuş, ne işim var onaltı yaşındaki kızın (o zaman onaltı yaşında olduğunu bilmiyormuş – ama gene de tahmin edebilirmiş) peşinde dememiş, dalmış Karishma’nın ardından dükkana. Bir an gözleri kararmış gölgelerin yaşam bulduğu dükkana girince. Annesinin dikiş odası gibiymiş dükkan. Günü sona erdiriyormuş. Bunu düşününce annesini anımsamış. Uzaklığın adı denli, uzaklığın anlamı denli uzakmış şimdi, gitme oğlum buranın nesi eksik, karnın mı doymuyor, sırtında ceketin mi yok diyen anası. İlle de gideceğim demiş Sanjay, annesinin koyu yüzünde daha bir koyu halkalarla çevrili gözlerini, kırlar serpili topuz olmuş uzun saçlarını görmeyi canı istememiş. Aklı Avustralya’daymış ya, yolunu Hindistan’dan geçirmek şartmış.

***

Yıllar önce… Tozun yere ulaşamadığı sıcak, rüzgarlı bir yaz öğleden sonrasında kitabıma gömülmüşüm. Annem balkonda çamaşır asıyor. Postacı geldi dediği anda yerimden fırlıyorum. Amerika’dan, İngiltere’den gelen mektuplar yatağımın baş ucunda, çekmecede. Aylardır mektuplaşıyorum Patsy’yle, Lorna’yla. Öyle iyi tanıyorum ki onları. Şimdi bir başka mektubu, Yeni Delhi’den gelecek bir mektubu bekliyorum. Posta kutusunun anahtarını kapıp, basamakları atlayarak iniyorum dört kat aşağıya, kilidi çeviriyorum. Orada.. Bu an, ne güzel bir an. Haylaz oğluna seslenen Hayriye Hanım teyze’nin sesi havalanan toza toprağa karışıyor sokakta. Dört yanı mavi kırmızı çapraz çizgilerle çevrili bir zarf. Anneannemden,  teyzemden gelen mektuplar düz beyaz zarfta olur. Heyecanla kapıp alıyorum elime. Üzerindeki ‘air mail’ damgasını çok seviyorum. Uzaklarda çok uzaklarda bir başka yaşamı anlatıyor bu iki yabancı sözcük. Gönderen yerine  kayıyor bakışlarım:

Arjun Rau. Vusant Kunj, 400 Yeni Delhi, İndia.

***

Çarşı içindeki dükkana girince garip bir çelişki hissediliyordu, diyor Sanjay.

Renkler ve seslerle doluymuş dükkan. Bir kenarda kocaman beyaz kafeste bir tuhaf kuşcuk bir tuhaf ötüyormuş. Sanjay, karanlıkla yalnızlığın kuşun başına vurduğunu, sesine vurduğunu düşünmüş. Öbür yanda yıpranmış sarı tahtadan tezgahın arkasındaki teypten Hint şarkıları söyleyen bir kadının alçalıp yükselen incecik sesi geliyormuş. Bütün bunlar bir film çekimi için hazırlanmış da aktörler bekleniyormuş gibi de durgunmuş her şey. Tezgahın vitrine yakın kenarında bir iskemlede oturup dışarıyı seyreden yaşlı adam da bu sahnenin parçasıymış sanki.

Sanjay gözleriyle kızı arayarak bakınmış ama kız birdenbire yitmiş gölgelerin arasında. Yaşlı adamı ayrımsayınca saygıyla selam vermiş. Başıyla selamına karşılık gönderen ihtiyar seslenmiş içeriye doğru:

 Karishma… Nerdesin kız? Gel de müşteriye bak.

İşte o anda öğrenmiş Sanjay kızın adının Karishma olduğunu. Sonra bir önemli şey daha öğrenmiş.

Kız Karishma, bırak çifte başparmağını süslemeyi de gel müşteriye bak.

Karishma gölgelerin arasından süzülüp şekil olmuş, can olmuş.

Çifte başparmağımı süslediğim yok baba, demiş somurtuk al dudaklarla. Geldim işte .

Sanjay kızın ellerine bakmış çabucak. Sağ eldeki çifte başparmağı, kahverengimsi kırmızı cilalanmış biri daha iri, biri minicik iki tırnağı görmüş. Annesini, yaşlı ve solgun, incecik kollu, incecik bacaklı ama dolgun bedenli kır topuzlu annesini anımsamış gene ve de kasabalarındaki çifte başparmaklı kızı. “Büyücü,” dediğini annesinin, “kara büyüler yapıyor o kız” dediğini. “Kaç kişinin canı yandı bu kızdan. Çifte başparmağından belli ne olduğu,” dediğini.

Anımsamış ve unutmuş. Öyle güzelmiş Karishma. Ben bu kızı alacağım, diye geçirmiş aklından Sanjay. Alacağım da, Avustralya’ya bile götüreceğim.

Güzel genç kızla genç adamın fotoğraflarının çekimi sürüyor. Bu kez çevresine yapma çiçekler dolanmış bir sütunun yanındalar. Kız çicekleri okşuyor erkeği kışkırtırcasına, erkek sütunun öbür yanında kollarını uzatmış. Reklam çekimi olmalı bu diyorum, gene de kim bilir… Belki de yıllar sonra yaşayacakları sıcacık akşamlarda, mutlulukla sayfalarını çevirecekleri bir fotoğraf albümü için bu resimler.

Sanjay kız yanına gelince bütün kuralları, kendisinin Sri Lanka’lı kızın Hintli olduğunu boşvermiş, kızın belki de nişanlı olabileği (öyle ya, kızları on beş on altılarına gelince aileleri nişanlayıverirlermiş kimi zaman)  düşüncesini itivermiş kafasından. Avustralya yolculuğunu da ertelemiş. Fısıldamış kıza.

Benimle buluşur musun?

Evet, demiş Karishma. Eh, o yıllarda gençmiş çekiciymiş Sanjay.

***

Elimdeki zarfı Arjun Rau’nun tuttuğunu, Yeni Delhi’deki bir kırtasiyeciden alınmış bir tükenmez kalemle, nasıl olduğunu hayal edemediğim bir odada, belki masanın üzerinde, belki yatağa oturarak, kucağında mektubu yazdığını, sonra Vusant Kunj adında bir semtin sokaklarında yürüyüp postaya verdiğini düşünüyorum. Vusant Kunj… Sokaklar nasıldır orada? Ya evler? Ağaçlar büyük müdür, sonbaharda yapraklarını döküyor mudur? Tozlu yaz günlerinde dükkan sahipleri önlerindeki kaldırımı suluyor mudur? Dondurmacılar geçiyor mudur evlerin önünden, kaymak dondurma diye ama Hintçe bağıran?

Baş harfleri abartılı bir biçimde kocaman ve süslü, öbürleri kargacık burgacık, okunması güç bir mektup ve siyah beyaz bir fotoğraf çıktı ‘air mail’ damgalı mektuptan. Merdivenleri koşarak tırmanıp eve çıktım. Odamda keyfini çıkararak okumak istiyordum.

***

Babası öğle saatlerinde kapıya ‘kapalı’ levhasını asmış, dükkanın arkasındaki odaya duaya gitmiş, Karishma da sokağa fırlamış, Sanjay’ı saatlerdir beklediği köşede bulmuş. İşte daha o ilk buluşmada anlamış Sanjay, Karishma’yla birbirleri için yaratıldıklarını.

İyi ama, diyorum. Sana çok üzüntü verdi ve şimdi ayrısınız.

Önemli değil, diye cevap veriyor Sanjay. Biz birbirimiz için yaratılmıştık ve bunların yaşanması gerekiyordu.

Tam sekiz ay kalmış Sanjay Yeni Delhi’de. Karishma’yı babasından istemiş. Olmayacak şey olmuş, evlenmişler. Nerede görülmüş bir Hintli kızın böyle kimsesiz gibi, böyle yoksul gibi, çaresiz gibi evlenivermesi durup dururken? Aileler tanışmadan, gelinmeden gidilmeden, anneler birbirini önce süzüp sonra canciğer olmadan, birlikte mutluluk duaları okumadan… Olmuş işte.  Çeyizler gözlere sunulup övgüler alçakgönüllüce kabul edilmeden, yıllarca anımsanacak düğünler yapılmadan, babasını da, annesini de dinlemeden evlenmiş Karishma Sanjay’la.

Sanjay’ın oğul özlemiyle yanan annesi, bu kız sana büyü yapmış olmalı, demiş telefonda, bana getirip göstermezsen kızı, annen sayma beni.  Sanjay’ın içinden Karishma’nın çifte başparmağından sözetmek gelmemiş. Belki de gerçekten kara büyü yapmış Karishma, yoksa nerde görülmüş Hintli ana babanın böyle sus pus olup oturmaları… Düğünden sonra kızı alıp anasını görmeye gittiğinde Sanjay, işte o zaman, yaşlı kadının hala parlak, hala keskin gözleri Karishma’nın çifte başparmağına takılmış. Ah, demiş, ah, ben biliyordum bu kızın sana büyü yaptığını. Anne, demiş Sanjay, kimi insanın boyu uzun olur, kiminin kısa, kiminin kulağı kocaman, kiminin burnu, Karishma’ya da çifte başparmak vermiş Tanrı. Demişse de dinletememiş.

***

Odama girince siyah beyaz fotoğrafı inceliyorum. Arjun Rau ve üç kız kardeşi. Neşeli, esmer dört genç insan yarısı görünen bir evin önünde. Evin bütününü görmek, nerede nasıl yaşıyorlar bilmek için içim gidiyor. Her köşesini araştırıyorum resmin. Kıyafetlerine bakıyorum. Geleneksel Hintli giysileri giymiyorlar ama öyle farklı ki üzerlerindeki. Resimdeki kızların benimle hem aynı hem de çok farklı kıyafetlerini yadırgıyorum. Arjun Rau nasıl bir okula gidiyor? Okullarının kantininde neler satılıyor? Okul çıkışı eve yürüyor mu? Hafta sonları neler yapıyor? Kız arkadaşı var mı? O ve kız kardeşleri yaşamdan neler umuyorlar?

Asla karşılaşmayacağım bu insanları hayal edebilmek, onlara bir yaşam yaratabilmek, düşlerimde, yaşadıkları bu çok uzak yerlere gidebilmek için öyle dikkatli bakıyorum ki resme, gözlerimin ağrıdığını hissediyorum.

***

Düğünden sonra Sidney’e gelmiş Sanjay. İş aramış, dolaşmış durmuş tanımadık bilmedik caddelerde, ne de az insan yaşar bu ülkede demiş bakıp bakıp tenhaya. Her saptığı sokakta Karishma’yı aramış. Her saptığı sokağı, doğduğu ülkenin o dolu dizgin akan sokaklarıyla karşılaştırmış. Alışmış yavaş yavaş kokusuz tatsız sessizliğe. İş bulur bulmaz biletini göndermiş Karishma’ya. Mutlu olmuşlar.

 Çocuklarımı benden uzaklaştırdı, diyor Sanjay. Kızım yüzümü görmek istemiyor. Canım kızım neredeyse hiç konuşmayacak benimle.

Ansızın bir şey olmuş Karishma’ya. Gözlerindeki sevgi yok olmuş.

Seni istemiyorum artık, demiş bir gün Sanjay’a.

Sanjay’ın gözleri Karishma’nın çifte başparmağına takılmış. Bir süredir sanki daha bir süslüymüş çifte tırnağı. İri tırnakta kırmızı cilanın üzerinde mor bir çiçek, minik tırnakta beyaz cilanın üzerinde kırmızı minik bir yürek varmış. İşte o zaman anlamış Sanjay, Karishma’nın yüreği artık kendisinin değil bir başkasınınmış.

 

Fotoğrafların çekimi bitti. Yan taraftaki salondan bir grup şık Hintli kadın ve erkek çıkıyor, ellerinde içkiler. Güzel genç kızla erkeğe doğru yürüyorlar. Kızla oğlan onlara ve birbirlerine bakıp gülümsüyorlar.

Ve hala birbiriniz için yaratıldığınızı düşünüyorsun, diyorum Sanjay’a.

Evet, diyor, elbette birbirimiz için yaratıldık. Bütün bunların yaşanması için.

Nasıl böyle düşündüğünü anlayamıyorum, diyorum. Çocuklarını aldı senden.

Oğlum bana dönmeye başladı, diyor. Birlikte bisiklete biniyoruz haftasonları. Okullar tatil olduğunda Sri Lanka’ya götüreceğim onu annemi görmeye.

Kızın?

Kızımı da götüreceğim bir gün. Onun da zamanı gelecek.

 Soruyorum. Karına kızgın değil misin?

Hayır, diyor. Mutlu olduk birlikte.

 

Sarı şifon eteğini tutarak ince ince yürüyor genç kız,  gülümseyerek onlara bakan kadınlara, erkeklere yaklaşıyor. Genç adam çıplak ayaklarıyla peşinde. Bir başka kız, üzerine Hint motifleri boyanmış iki cam bardağa içki koyuyor ve genç kızla genç adama uzatıyor.

***

Resim sergisini anımsıyorum, biraz ilerdeki şu salonda olmalı.

Bir yaz boyu süren mektupların kahramanı Yeni Delhili Arjun Rau. Şimdi neredesin acaba?

Category: Öykü, Yazın

Comments are closed.